Hikayeler
ÇOBAN YILDIZI
Baho Gölü'nün eteklerinde yer aldığı, Diyarbakır'ın Çarıklı Köyü Kurtkayası Mezrası’nda, yaşayan Baho adında bir çoban varmış. Gece-gündüz hiç ayrılmadığı koyunlarını, hep bu gölün kenarında otlatırmış.
Baho, mutsuz, hüzünlü bir çobanmış. Hiç insan içine karışmaz, geceleri de gölün kıyısına sırtüstü yatarak, yıldızları seyredermiş.
Gökteki yıldızlardan birisi çobana âşık olmuş ve bir gece gökyüzünden kayarak Baho'nun yanına gelmiş.
Uzun, yıldızlı, parlak saçları olan çok güzel bir peri kızı olmuş ve başını çobanın omzuna dayamış, fakat bu yıldız kızın bacakları ve ayakları yokmuş. Bacaklarının yerinde, tıpkı denizkızlarında olduğu gibi, parlak yaldızlı bir kuyruk varmış.
O geceden sonra, yıldız kız her gece gökten kayar gelir, başını Baho'nun omzuna koyar ve sabaha kadar öylece otururlarmış. Bazen da yan yana, gölün kenarındaki çiçeklerin, çayırların üstüne sırtüstü uzanıp, hiç konuşmadan gökyüzünü seyrederlermiş. Sabah yaklaşırken yıldız kız yine göğe dönermiş.
Çoban çok mutluymuş. Bu sırrını herkesten saklar ve kızı hergün bir an önce gece olmasını istermiş. Çünkü yıldız kızı çok özlermiş.
Çobanın çok kıskanç ve kurnaz bir karısı varmış. Bir gün Baho'nun omzunda bir parça yıldız tozu görmüş. Çok merak edip hemen dostu olan cinlere koşmuş ve bunun ne olduğunu sormuş. Periler de yıldızların hiçbir ölümlü insanla beraber olmasını istemezler, onları da çok kıskanırlarmış. Bu nedenle kadına, yıldız kızın beraberliğini anlatmışlar ve eğer kocan bu yıldızın varlığından, bir ölümlüye söz ederse, yıldız kaybolur, bir daha da hiç görünmez demişler.
Kurnaz kadın, günlerce uğraşıp, ağlayıp sızlayarak, kocasının yıldızdan söz etmesini sağlamış. Çoban tılsımı bilmediği için, karısının ısrarlarına dayanamayıp, yıldız kızla beraberliklerini ve ona duyduğu sevgiyi anlatmış.
O günden sonra Baho yıldızı boşuna beklemiş, ama bir daha hiç görememiş.
Bir süre sonra çoban da ortadan kaybolmuş.
Kimilerine göre çok uzaklara gitmiş kimilerine göre de kendisini o, çok sevdiği göle atmış.
Şimdi ne zaman, gökten bir yıldız kaysa, Baho Gölü'nün suları ürpermiş.
Bu hal, yıldız kızın dönmesini bekleyen, çoban Baho'nun ruhunun ürpertisiymiş.
Böylece çoban yıldızı, hikâyesini bilmeyenlerce bile tanınan bir yıldız olmuş.
Özellikle bahar aylarında, sevdikleri uzaklarda olanlar, bu gölü ziyaret edip, gölün sularına çiçekler atarlar.
Atılan çiçekler kıyıya doğru yaklaşırsa sevgililere kavuşma zamanı yakın demektir.
Kıyıdan giderek, gölün ortasına doğru uzaklaşırsa, kavuşmak uzak bir zamana kalmıştır.
KIRLANGIÇ VE ADAM
Karlı bir kış günüymüş... Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip gagasıyla camı
tıkırdatmış, Yalnız olduğunu ona arkadaş olmak istediğini
içeri girmesine müsaade etmesini istemiş.
Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam, git başımdan"
demiş. Kuşu kovalamış.
Ertesi gün kırlangıç yine gelmiş:
_ Dostum demiş, biliyorum ki sen de yalnızsın. Senin de kimsen yok, birbirimize can yoldaşı olalım demiş.
Senin derdin demiş adam sobadan, ekmekten istifade etmek.
Asla demiş kırlangıç, Allah herkesin rızkını veriyor. Bir
kuşun yiyeceğinden ne olacak ki? Ben de sana yiyecek getiririm sorun buysa.
Ama inatçı adam ikna olmamış ve reddetmiş Kırlangıcın dostluğunu.
Kırlangıç boynu bükük göç etmiş başka diyarlara.
Yalnızlık illeti adamın ciğerini kavurmaya kırlangıcı düşünmeye, kabalığından pişman olmaya başlamış.
En kötü insan da bile iyilik istidadı vardır mutlaka.
Rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adam "Keşke kuşu içeri alsaydım.
Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş oradan oraya uçar, neşeli
sesler çıkartır, cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.
Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp, etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş. Ama görememiş zavallı kırlangıcı...
Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş... Etrafta kırlangıçlar,
cıvıldayarak uçmaya başlayınca; yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.
Hevesle havada uçan kuşlara:
Bir arkadaşınızı arıyorum demiş. Geçen sonbahardı. 6 ay önce, benim kuşum olmak istiyordu. Reddettim ama pişman oldum. Onu yanıma alacağım dedi.
Kırlangıçlar ona alaycı alaycı bakıp:
Güldürme bizi. Bir de insanlar her şeyi bildiklerini sanırlar.
Kırlangıcın bütün ömrü zaten 6 aydır, deyivermişler.
Yalnız adam çok üzülmüş ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış.
*Dikkatli olun... Farkında olun... Kendinize bir sorun... Acaba, siz
kaç kırlangıç kovaladınız? Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar size sunulan bir dostluğu?
Hayatta bazı fırsatlar vardır ki, sadece bir kez karşımıza çıkar,
değerini bilemezsek kaçıp giderler. Ve asla geri gelmezler....
GÜL VE BÜLBÜL
Hergün geçtiği o yolda, sayısız güllerin bulunduğu bir de bahçe vardı bülbülün. Kiminle geçse o bahçenin yanından; yanındakiler güllerin büyüsüne kapılıp, güllerin ne kadar güzel olduğundan bahsederdi. O ise aldırış etmeden “Alt tarafı gül işte” der geçerdi bahçenin yanından. Güllere
bakmazdı bile. Sevmek istemezdi gülleri. Solardı çünkü güller, terk ederdi bir süre sonra. Ha! Bir de dikenleri vardı güllerin. Batırırlardı dikenlerini sevenlerine hiç acımadan.
Bir gün geçiyorken bülbül yine o bahçenin yanından yalnız başına, gayri ihtiyari dönüp baktı herkesin hayran kaldığı güllere. Evet, sayısız gül vardı o bahçede ve güzel bir ahenk oluşturmuşlardı. “Sana ne” dedi kendi kendine. Sahip olamayacağı güzelliklerden uzak durmaya çalışırdı çünkü. Yüzünü çevirirken bülbül, gözüne bir gül takılıverdi. Onca gülün arasında duruyordu. Gözleri kilitlendi ona görür görmez, “Alt tarafı gül işte” diyemedi dili bu kez. Olduğu
yerde durdu, bakakaldı. Korktuğu başına gelmişti. Elde edemeyeceklerinden uzak durması gerektiği aklına geliyor ama bunu kabullenemiyordu.
Neydi farklı olan? Ne vardı ki onda, bülbülü kendisine hayran bırakan? Benzese de hepsi birbirine, gözleri ve yüreği ile ayırabiliyordu onu diğerlerinden. Ama gözlerini ayıramıyordu bülbül, o gülden. O an “Kendine gel” dedi ve istemeye istemeye ayırdı gözlerini. Gözlerine hükmetmişti ama kalbine hükmedemiyordu. Anlam veremiyordu bir türlü. Onca gülün arasından seçtiyse onu
bir sebebi olmalıydı. Aşk bu muydu? Gün boyu onu düşündü. Gece uyutmadı hasreti. Bir daha
görememe korkusu büyüdü içinde. Daha fazla duramazdı görmeliydi onu bir kez daha. Yine o bahçenin kenarında uzaktan uzağa seyretti gülünü ertesi gün doyasıya.
Evet, onun gülüydü o artık. Bir başkasının olmasına tahammülü yoktu. Her gün o bahçeye gidiyordu, geceleri ise gülünü hayal ediyordu. Güzel hayalleri güzel planları vardı gülü için. Bir gün sevdiğini söyleyecekti gülüne, gülü de onu sevecekti. Mutlu olacaklardı elbet beraber
oldukları sürece.
Zarar verebilecek herşeyden koruyordu gülünü. Küçücük vücudunun yettiğince yardım ediyordu gülüne. Susuz kalmaması için bulutlara, gülünü ayakta tutması için toprağa şarkılar söylüyordu hergün. Bulutla toprak yardım ettiler güle ellerinden geldiğince. Onlar da hayrandı çünkü bülbülün sesine. Bülbülün elinden gelen buydu; yardım edebilecek herkese şarkılar söylüyordu gülü için.
Derken zaman geçti; onsuz olamıyordu artık bülbül, bir an olsun ayrı kalamıyordu. Hasret acısı, sabır taşından ağır gelmeye başlamıştı bülbülün küçük yüreğine. Uzaktan sevmek yetmiyordu artık. Sarılmalıydı ona, en güzel şarkıları söylemeliydi gülüne.
Ama sevecek miydi gül onu. Sevgisine karşılık verecek miydi acaba. Çok sevse de, ortada bir gerçek vardı. Habersizdi gül bülbülden. Bülbül onu seviyor, her kötülükten koruyor, hatta
yardım etmeleri için hergün, o güzel sesiyle dostlarına şarkılar söylüyordu. Ancak güllerin en güzeli bundan haberdar değildi henüz.
Tüm cesaretini toplayıp bir gün, gülünün yanına gitti sonunda bülbül. “Ona bu denli yakın olmak... Ne güzel bir duygu...”
diye düşündü. Hayallerinden biri gerçek olmuştu. Tüm hayallerini gerçekleştirmek için ise artık konuşmalıydı onunla.
Ve sözlerine başladı o güzel sesiyle. Aşkını itiraf etti en güzel kelimelerle. Sesi o kadar güzeldi ki, güllerin en güzeli kayıtsız kalamadı bülbülün aşkına. İlk kıvılcımın çakmasına sebep olmuştu bülbülün sesi. İlk kıvılcımdan sonra, bülbülün o büyük aşkı, sonsuza dek sürecek sevgisi, gülün de onu ölesiye sevmesini sağladı. Her gün buluşuyorlardı. Bülbül gece gündüz, zamanının tümünü gülüyle geçirmeye başlamıştı. İşte hayalleri gerçek olmuştu sonunda bülbülün.
Bu durum bülbülün sesine hayran dostlarını üzmeye başlamıştı.
Artık onlara şarkı söylemiyordu bülbül. Ve bu durum kızdırdı bulut ile toprağı. Bize değer vermeyene biz hiç vermeyiz dediler.
Kestiler güle yardımı. Suyunu kesti bulut, desteğini çekti toprak gülden.
Bülbül ise habersizdi tüm olanlardan. Farkında değildi dostlarının kendisine yüz çevirdiklerinden. Onun gözü gülünden başkasını görmüyordu. O kadar kördü ki artık, gülünün ihtiyaçları
olduğunu bile göremez olmuştu. Unutmuştu güllerin ömrünün kısa olduğunu. Unutmuştu, gülünün bu kadar uzun yaşamasının bulut ve toprağın sayesinde olduğunu.
Günler geçtikçe gül solmaya başladı. Bülbül anlam veremiyordu olanlara bir türlü. Gülü gözlerinin önünde soluyordu ve elinden birşey gelmiyordu. Unutmuştu güllerin solduğunu. Bu acıya
hazırlamamıştı kendisini. Gülleri sevmemesinin nedenini unutmuştu.
Aşkın gücü bunu unutmasını sağlamıştı.
Kısa süre sonra soldu gül. Bülbül gözü yaşlı, doyasıya sarıldı gülüne son bir kez sıkı sıkı. Ancak unutmuştu... Dikenleri vardı güllerin. Daha önceden gülleri sevmemesine neden olan dikenleri
unutmuştu. Batıyordu bülbülün minik vücuduna gülünün dikenleri. Ama o aldırış etmiyordu bile. Küçücük vücudundan sızan kanların ne önemi vardı ki artık sevdiği yanında yokken. Ölüm korkutmuyordu onu. Hatta ölmek istiyordu. Etrafındakilerin yardım etmesine izin
vermedi. Gülünün toprağa serilmiş cansız vücudunun yanına uzandı bülbül ve yavaş yavaş kapandı gözleri. Hayatta karşısına çıkan güzellikleri ve aşkı yaşarken, bazı şeylerin ihmale gelmeyeceğini, sadece sevginin yetmediğini, özverinin de gerekli olduğunu anlamıştı artık bülbül son nefesini verirken. Ve her ne kadar bedelini hayatıyla ödeyecek olsada en ufak
bir pişmanlık dahi duymuyordu bülbül. Bu aşk ona; sevgiliyi iyisiyle, kötüsüyle sevmesi gerektiğini öğretmişti. Dikene rağmen sevip kucaklamıştı gülünü.
İşte o günden sonra bülbül ile gülün aşkı dilden dile dolaşır oldu.
Bu aşk ile gülün güzelliği bülbülün sesi efsaneleşti ve geriye iki cansız küçük beden ile insanların alması için birkaç ders bıraktı.
KAYNAK:www.siirsuare.com